Yara İzleri Juan Jose Saer tarafından yazılıp dilimize ilk Gökhan Aksay tarafından çevrildi. Orijinal ismi Cicatrices olan bu kitap 2020 yılında Jaguar Yayınları etiketi ile raflardaki yerini aldı. Kapak görüntüsüyle, dikkat çeken sade bir çalışma. Kitabı bitirdiğinizde, üzerindeki dört izin, romanının ana karakterlerini temsil ettiği hissine kapılıyorsunuz. Hem ilk algı hem de sonradan bıraktığı bu duyguyla yaratıcılığın böylesi güzel kullanılması, sevilesi.
Bir Mayıs’ta eşini öldüren bir katili, bu cinayet vesileyle yolları kesişenlerin perspektiflerinden olayı ve olay sonrası gelişenleri izliyoruz.
Anlatım
dili ve tarzı Latin Amerikalı yazarlardan farklı. Büyülü gerçekçilik olmadığı
gibi tarz olarak da Amerikan edebiyatı eseri havası var kitapta. Ayrıca belirli
yerlerde, kafa sesiyle kaleme gelmiş metinlere rastlamak mümkün.
İlk
bölüm, annesiyle sağlıklı bir ilişkisi olmayan, iç dünyasında ciddi sorunlarla
boğuşan genç bir gazetecinin öyküsü. Ebeveyn olmak ya da olmamak, tam olarak
nedir sorusunun cevabı, örtülü bir dille dışa vurulmuş. Genç gazeteciye rol
model olacak bir erkeğin olmaması, ergenliğin buhranlarını daha da
derinleştiriyor. Belki, biraz daha tahammül edebilmek için sevdiği bir yazarın
peşine düşmesi, onunla tanışması, kitabın ilerleyen bölümlerinde bir hayal
kırıklığı olarak karşımıza çıkacak. Tam anlamı ile kişiliği oturmuş bir
bireyden bahsetmek mümkün değil, illa. Karakterin cinsel kimliği gizemini
koruyor.
İkinci
bölümde, yoğun detayların okuyucunun beğenisine sunulduğu, fakat başarılı
olunamadığı görülüyor. Kumarbaz bir avukatın konu alındığı sayfalarda,
karakterin içinde bulunduğu durumdan hiç de rahatsız olmayışı, ayrıca küçük
yaşta yanına yardımcı olarak aldığı kızla yaşadığı cinsel ilişki sahnesi, okuru
rahatsız edecek başlıca nedenler arasında.
Bir
diğer bölümde, homoseksüel bir hâkimin yaşantısı ve hatta ruh durumu konu
edinilmiş. Kitabın en dramatik kısımlarından biri olabilir bu bölüm. Karakterin
narsist tutumu, insanlar için yapmış olduğu benzetmeler, adeta ötekileştirmeye
karşı açılmış bir savaş. Bilinçdışı yazım taktiğinin en çok uygulandığı,
yazılan metnin ardındaki perdeli hikayelerin hissedildiği kısım da burası.
Okurun dimağında öyle güzel bir lezzet bırakıyor ki finalin bu bölümde
yapıldığını söylemek abartı olmayacak, şüphesiz.
Eşini
öldüren bir katilin konu edinildiği son sahnedeyse, kadın profilini zedeleyici
hayli ayrıntı var. Diğer üç kısımdan bağımsız bir anlatım tercih edilmiş. Bir
anlamda polisiye bir dil ve kurgudan söz etmek mümkün. Bu bölümün, romanı
bütünleştirmek, yapbozun parçalarını tamamlamak adına yazıldığı görülüyor.
Son
cümle,
“nam
oportet heares esse”
Sapkınların,
kabul görmüş doktrinlere, kendi dini inançlarına karşı koyanların, olması iyi
bir şeydir.
Sapkınlık
olarak nitelendirilen şeylerin ya da kimliklerin göreceli oluşu eserin
talihsizliği gibi. Bu cümlenin roman içinde geçen bir karakterin değil de direk
yazarın imzası niteliğinde okuyucuya sunulması ayrıca dikkat çeken bir unsur.
Kitaptan
bağımsız, yabancı kaynaklardan araştırıldığında, Sear’ın 1955’te askeri bir
darbeyle indirilen Peron hükümeti sonrası ülkedeki politik ve ekonomik
belirsizliği, bunun hem kişisel hem milli kimliklerde açtığı yaraları anlatmak
istediği yönünde bilgilere erişilebiliyor.
Ancak
yalnızca kitap baz alındığında, Yara izleri… -Pek çok açıdan, soru işareti.