ŞİMDİ BU CÜMLELERİN SONUNA GÜLTEN AKIN FALAN YAZSAM NE TUTULUR AMA?


Yüzümdeki esrik ifade, gün geçtikçe yontulan kalbim hayli yorgun. Bu narin duruş kimine göre çok güzel, ah ne kibar çocuğum ama değil mi?

Aklımdan geçenleri kâğıda dökme vaktim gelmiş dedikten sonra yazmaya başladım bunları, tıpkı Figen’in “şehre önce kuzeyden gireceksin” dediği gibi.

Sabah kahvaltılarını, uykusuz geceleri, kahkahan tavana yapışana kadar gülmeleri ve sebepsiz ağlamaları bile bile, başlangıçlar her daim sonlara gebe.

Pek tabii ben öldükten sonra okuyor olacak çok kimse, en azından buna inanarak, içimde ne var ne yok sonuna kadar anlatmak istiyorum bu defa.

Uzayıp kısalan saçlarımı, terleyip soğuyan tenimi, her şeyi ama her şeyi. Hiç utanmadan. Bir çırpıda anlatırım belki, kim bilir.


Çalan telefonları duymazdan gelmek çok saçma. Şimdi sırası mı, gene mi sen falan, bunların hepsi yalan. Bir şekilde yeniliyorsun çünkü.

Alo dediğimde Bahar’ın heyecanı tüm isteksizliğimi yok ediveriyor. “Bu kitabın yazarı öldü” diyor. Hiçbir şey anlamıyorum tabii.  “Kitabım çıktı, adı Bu kitabın yazarı öldü.”

Bazı metinler sahipsiz olmalı. Diğer türlü kıymet bilinmiyor zaten.

Şimdi bu cümlelerin sonuna Gülten Akın falan yazsam, ne tutulur ama.

Yaşayan hiçbir yazara yeteri kadar önem verildiğini görmedim. Ölmek lazım kıymete binmek için.

Canım Bahar. Akıllı kadınları sevmeli.

Vesselam.

Pencereden esen rüzgârla, kulağımdan telefonun ayrılışı, hemen hemen aynı esinti. İçimde sürekli büzüşüp gevşeyen, olmadık yerleri ve şeyleri deşen tüm kelimeler, ayyuka. Hepsini bağırmak isterken, kalemin ucuna gelip de akamayan mürekkep nicedir kırmızı.

Gecenin dinginliği karşı konulmaz olanları dansa çağırıyor. Gözlerimi kapatıyorum. Bir süre sonra üzerime ince bir hırka alıp parmak arası terliklerimi geçiriyorum ayağıma. Güneşin yaktığı bacaklarım, gecenin serinliğiyle gidişip duruyor.

Böyle zamanlarda, yürüdüğüm her yer çok yabancı oluyor bana. Evlerle, sokaklarla, karanlıkla yeniden tanışıyorum.

– Nereye olursa olsun Deniz, gideceğim buralardan, kimseye bir açıklama yapmadan gideceğim. Artık çok yoruldum, valla bak. Çocukluğumu yaşayamadım, gençliğimi yaşayamadım. Duysalar kafa mı buluyorsun derler, bu yaşa geldim bir kez sevişmedim bile. Kimseye dokunamıyorum. Hep ayıp olan benim, günah olan hep ben. Ne zaman vurmak istese uzanıveriyorum. Hıncını alana kadar tepiniyor üzerimde, ağzından akan salyalarla yıkandığım öyle çok ki. Artık bağırmıyorum bile.

Sesini çıkarmadan saatlerce dinliyor Deniz, her defasında sen daha iyilerini yapacaksın, benim sana olan inancım tam gibi cümleler sıra sıra…

Deniz’in söylediklerine inanmak, beni hiç bilmeyen birinin gözlerinin önünden bu metnin geçmesi gibi bir şey.

Şimdiki hislerden bahsederken, yıllar öncesine, hikâyenin başladığı yere gittik desem kim inanır ki buna.

Güneşin doğduğu yerden vardım kendime Figen. Bir gün, tanışacağız seninle.

Herkes istediğine inanıyor, sen ne söylersen söyle. İnsanlar hakkında istedikleri gibi konuşup ve seni konuştukları derecede biri yapmaktan vazgeçmiyor. Gözlerimizin önünde olana değil de kurguladığımız o muhteşem şeylere inanmak istiyoruz çoğu zaman. Bizim için muhteşem olanlar birinin hayatını karartmak pahasına bile olsa, bu tam olarak böyle.

– Ne diyeceğim, ya sevişmedim falan dedin ya. Çok merak ediyorum, hiç mi isteğin olmuyor, biriyle baş başa kalmıyor musun hiç.

– Oluyor tabii, hatta yakın bir zamanda kafam dağılsın diye Kader’e gittim. Oturuyoruz, durduk yere kasıklarım yanmaya başladı, ki Kader hiç tipim değil bu arada. Ama o an ona dokunup, deli gibi sevişmek geldi içimden. Fakat tuttum kendimi, şimdi saçma diyeceksin, sanki değer verdiğim herkes beni izliyor gibi hissettim. Nasıl bakarım yüzlerine diye düşündüm. Utandım.

Vay bu hikâye kıyakmış, dur ben bir kahve yapayım, belli ki gece uzun geçecek diyerek kalkıyor yanımdan Deniz.

Kesinlikle her defasında şuursuz olduğumu düşünüyor, o kadar çok ne alaka diyor ki bazen sinirimden çatlıyorum.

Oturduğum salıncağın gıcırtısına takılıyor kulağım, bir başıma olunca gürültü çoğalıyor.

Bahçe hortumunu alıp hidroforu çalıştırıyorum. Metrelerce derinlikten gelen buz gibi suyla ayaklarımı yıkıyorum. Geceleri bahçe sulamak beni yatıştıran nadir şeylerden, en azından şimdilik böyle. Çimenin ve toprağın kokusuna karıştıkça, tüm kötülüklerden uzaklaşmayı ancak bu hissi yaşayanlar bilir.

Yüksek sesle müzik açıp mahalleden geçen çocuklardan herkes şikayetçi. Ben seviyorum bu çocukları, bir şekilde dikkatleri üzerlerine çekmeyi başarıyorlar. Bir şekilde isyanlarını haykırıyorlar dünyaya.

Hem de tam istedikleri gibi.

Haydi, son ses…

Tanrım, kötü kullarını sen de affetme.

Kahvenin kokusu bizimkinden önce geliyor

İnsanın kendini bir masal gibi anlatması ne tuhaf…

Ben konuştukça dudaklarını kemiriyor Deniz.

Sıkılmadı. Sıkılmadı. Sıkılmadı.

– Bazen konuşmak çok zor Deniz. İşte o çok yazanlar bu yüzden epey kıymetli. Düz, motifsiz kelimelerle bir şeyleri anlattığında yavan kalıyor. Bunu yenebilmek için çokça okumak lazım..

– Hah gene getirdin olayı yazı çizi işlerine. Ay yaz anlat da ülke entrika görsün, ha hay.  İçim şişti. Bunları mı konuşacağız? Aman.

– Bak gene tıkandım görüyor musun, günlerdir tek satır okuyamıyorum, okuduğum hiçbir şeyde kendimi bulamıyorum. Bir de bu mesele var tabii. Bu benim için çok daha büyük bir sorun. Kendime ait bir şeyler bulamayınca sanki o metin çok değersiz gibi. En azından bende uyandırdığı bu. Bir sayfadan diğerine geçmek çok büyük ıstırap.

Kendime ait olanı anlatırken bir sonraki sayfaya geçememekse ölüm.

Sessizliğe büründükçe bir şeyler daha hızlı iyileşiyor sanki. Susarak konuşulan her şey bağırdıklarımdan çok ama çok kıymetli.

Eğreti duran metinlerin toparlanışını izliyor yukarıdan bir ses. Dağılan harfleri toparlıyor, bir arada olmasını istiyor pek çok şeyin. En azından harfler kalmasın ayrı ayrı… En azından onlar bütün. Kendini tekrar eden cümleler kurma, sık virgül kullanmak arazdır, okuduğunda istediğin anlama varıyorsa virgül atma. Çok ve noktalama işaretine de gerek yok ayrıca, nokta ve virgül yeterli.

Güneşe yüz çeviren çehrem kaç masalı daha karıştıracak birbirine. İnsanlar benden sıkılmaktan ne zaman vazgeçecek

Sakin, birazdan geçecek, birazdan düzelecek. Saatlerce anlatmaya başlayacağım birazdan.

Bu sıkılganlık sona erecek.

Deniz… Kime diyorum.

Çoktan uyumuş. Çoktan.

İşine gelmedi tabii, dedikodu yapsak, aman sabahlar olmasın. Konu ben olunca, uyku helal.

Neyse en azından uyudu, uyanınca gene arkadaşım.

Aynı yaştan tek arkadaşım Deniz.

Uyu yavrum.

Neymiş efendim; metinmiş, okurmuş, okumazmış, anlatırmış, anlatamazmış, susarmış, çok susarmış.

Bunlar seni de bozar çocuğum…

Bu öykü Oggito Öyküde yayınlanmıştır.