YALNIZLIĞIN KAÇINCI EVRESİ ÖTEKİŞLEŞTİRME?

“Ne varlığa sevinirim
Ne yokluğa yerinirim
Aşkın ile avunurum
Bana seni gerek seni”

Boyumu aşan laflar bırakıyorum buraya, bu konuda herhangi bir eğitimim olmadığını ekleyerek… 

Hani tecrübelerini paylaşmak denir ya, ondan sayın. Haddimi aşarsam af ola.


Balonlarım kaçtı diye ağlayacağım sokaklarda, kötü top oynuyorum diye beni aralarına almayan bebelerin topunu çivileyeceğim, bana çirkinsin diyen o kendini beğenmiş kızın yüzüne bakmadan çekip gideceğim, komşunun camına taş attım diye babamdan bir sürü zılgıt yiyeceğim. Kötü olan ne varsa yaşadığım bu hayatta hepsini düşüneceğim akşam başımı yastığa koyduğumda.


Şuh düşünceler havada harlandı, yasak elma yendi ve koparıldı dalından. Etten kemikten sıyrılabilmenin sırrı nerededir… Yunus gibi aşk avaresi biçareler biçaresi mi olmalı insan? Ne olursa olsun kendine ait olmalı en çok. Kendinden gitmemek için, ne gerekiyorsa onu yapmalı, öyle davranmalı. Esen rüzgârı, yağmuru, güneşi olduğu gibi kabul ediyorsa kendini de öyle kabul etmeli.

İnsan önce kendisi olmaktan vazgeçer, sonra tekrar kendisine dönmek için çaba harcar. Bu onu hayatı boyunca baş etmekte zorlanacağı anlam karmaşasına boğar ne yazık. Başladığımız ve bitirdiğimiz her şey aynı. Onca nefesi içimizde tuttuğumuzdan beridir, değişen çok az şey var. Farklılık iyi, ancak farklılaşmaya çalışmanın öyle olduğunu düşünmüyorum. Yapraklar, ağaçlar, yeşiller ve kesilince uzayan saçlar. Hepsi kısa mesafe, katmansız, katıksız ve tam ortasından vuruşlu.

Edward Estlin Cummings der ki “Seni diğerlerinden farksız yapmaya bütün gücüyle gece gündüz çalışan bir dünyada, kendin olarak kalabilmek, dünyanın en zor savaşını vermek demektir. Bu savaş bir başladı mı, artık hiç bitmez!” 

Yüksek duvarlarının arkasında yalnızca sana ait olan bir dünya var. Ateşten sıcak, buzdan soğuk illa… Amma sana ait orası, orası senin, orada bizzat kendinsindir.  Varlığın netliği kişinin bilinci ile doğrudan ilişki halinde. İnsan kendisi için ne kadar varsa toplum için de o kadar vardır. Başkaları (mış) gibi yaşamak kişiyi her zaman ait olmadığı bir yere götürecek. Ait olamamak mutsuzlukla gelecek hiç şüphesiz. Bu yüzden kendin olmalı, toplumu ya da başka şeyleri tamamlamaya çalışmamalı. Buna keza kendini tamamlamaya da çalışmamalı.

Nietzsche; bireyselliği tamamlama teşebbüsü, insanın muhteşemliğine kısıt getireceği için kendin olma gerçeğini saptıracağını belirtir. “İnsan muhteşem bir potansiyeldir. Bu potansiyeli geliştirerek üstün insan haline gelmek mümkündür. Bu düşüncesiyle Nietzsche varoluşçu, fenomonolojik yaklaşım izlemektedir.“

Doğan ve batan güneşe mana, kararan ve aydınlanan geceye ışık olmalı insan. Irvin Yalom’un Nietzsche Ağladığında romanına bir ara göz atın derim.

Yaşam(ak) yolunda ayağa takılan taşlara da kuşlara da selam veriyor olacağız hep. Uçacağız da dibe de vuracağız. Var olmak ve hiç olmak arasındaki zihinsel döngü yaşamak sihrini çözmenin stratejisi aslında. Anlamı aramak için önce onun içinde kaybolmak lazım geliyor. Sonra doğru soruları doğru şekilde sormamız gerekiyor.

Ben Kimim? Bunu sormaya bir kez başladığınızda artık günleriniz ve hatta günlerinizin  yetmediği yerde geceleriniz de bunun cevabini düşünmekle geçecek. Unutmamalı ki verilmesi en zor cevaplar çoğunlukla en kolay görünen sorularındır. İki kelimelik  bu soruya yine iki kelimelik cevaplar ararsınız ama o kadar basit olmayacaktır. Bu sorunun cevabı ben kısayım, uzunum olamayacağı gibi doktorum, öğretmenim, müzisyenim de olamaz.

Ben kimim. Ben tüm bu soruları soran, farkında olan, gözlemleyen bilincim. Duygularınız, düşünceleriniz, bedeniniz, sosyal rolleriniz değişse de ‘ben’ özdeşimini ayakta tutan bilincin sürekliliğidir. Bilimsel psikoloji uzun yıllar, bilincin kendisiyle, bilincin içeriği arasında ayrım yapamadı: Bilinç farkında olan, bilincin içeriği ise farkında olunan şeydir. İkisi de aynı şey değildir. Algılayan, gözlemleyen bilinçtir. Algılanan ve gözlemlenense bilincin içeriğini oluşturur. “

Etrafımızda olup bitene kulak tıkayalım demiyorum tabii ki.  Sadece eylemlerimizi eleştiriye açık şekilde yapmalı ki birinin hayatımızı şekillendirmeye cüret ettiği noktada tavrımız olabilsin.

Ve sessizce gidebilmeliyiz vakti geldiğinde.

Ait olarak, kendine ait kalarak…

Görüşmek üzere.

“Nice güneşler doğacak sen görmeyeceksin
Yaz yağmurları yüzünü okşamayacak
Karpuz dilimlerini ısırmayacaksın
Hanımellerinin kokusu
Senin için artmayacak
Karanlık basarken
Kurumuş bir yapraksın sen
Toprağa karışacaksın.”


Kaynaklar: Savaşçı / Doğan Cüceloğlu, Nietzsche Ağladığında / Irvin Yalom
Giriş: Yunus Emre | Kapanış: Mina Urgan